yine yolum istanbula düşmüş, ertesi gün halletmem gereken bir iş var. erken gelip, ucuz paspal bir otele yerleşmişim, tanıdığım bir sürü arkadaşım var, ama kendi başıma takılmak istiyorum, onlarla görüşüp ne yapacağım. hem beyoğlunda pera müzesine, picassonun orjinal gravürleri gelmiş, bu sergiye gitmek için eminönünden istiklale kadar yürüyerek gidiyorum.
müze sakin, pek kimse yok, saat daha dört. picassonun karakalem gravürleri muhteşem, kübizmi en iyi picassonun gravürlerinden tanıyabilirsiniz. kaotik bir atmosferde, üç boyutlu tasvirler, insanı baya etkiliyor.
derken, picassonun gravürlerini bitirip yukarı çıkıyorum. yukarda osman hamdi beyin, kaplumbağa terbiyecisi adlı tablosunun ilk versiyonu sergileniyormuş, ögrenince baya bi heyecanlanmıştım, ama picassoyu es geçemedim. sonra yukarı çıktım, diğer bütün eserleri umursamadan en baş köşeye asılmış, osman hamdi beyin, kaplumbağa terbiyecisi adlı eserini gördüm.
aman allahım muazzam renkler kullanmış, orjinalinin bu kadar etkileyici olacağını tahmin etmezdim, dakikalarca inceledim.
birden o büyüleyici anı, büyüleyici bir ses bozdu.
-daha önce bu tabloya, böyle bakan birini görmedim.
kafamı çevirmeden – nasıl bakıyormuşum ki, dedim. -tam olarak, hayranlıkla bakıyorsunuz dedi. zarif bir kadına, çırıl çıplak yakalanmışım gibi hissettim. hala kafamı çevirip kim olduğuna bakmadan, – sizde de aynı şeyı uyandırmıyor mu, diye sordum.
-güzel bir tablo, bir haftadır görüyorum, neden böyle bir tablo çizmiş ki diye düşündüm bi ara, hepsi bu kadar. pek birşey hissedemedim. dedi.
hala tabloya bakarken, – burda mı çalışıyorsunuz, diye sordum. -evet, tabloyla ilgili bilgi almak ister misiniz? dedi. – evet lütfen bildiklerinizi anlatın. dedim.
arkamdan gelen şuh şes, türkçeyi o kadar iyi kullanıyordu ki, keskin ve vurgulu cümlelerle -bu tablo, osman hamdi beyin en meşhur tablosu, orjinal adı kaplumbağalar ve adam, fakat kaplumbağa terbiyecisi olarak bilinir. bu tablonun iki versiyonunu yapmış ressam, sizin baktığınız 1. versiyon 1906 yılında yapılmış, tuval üzerine yağlı boya, uzun zamandır müzemizde sergiliyoruz.dedi
biraz sıkılmış bir ses tonuyla – bunlar kimin umrunda. dedim kokusunu alabiliyordum vanilya, mandalina tarçın ve manolya karışımı bir koku sürmüş – bu tabloda ne anlatıyor, onu biliyor musun ? diye sordum.
-hayır, üzgünüm. pek bir şey anlamadım. bayadır bakıyorsunuz, sizce ne anlatıyor.dedi. alınmıştı ama bozuntuya vermiyordu.
-geri kalmış bir toplumu, çağdaşlaştırmaya çalışan, bir aydının yorgun halini anlatıyor, bu tablo.dedim.
hala yüzünü görmediğim o ses, cevap vermedi. muhtemelen tablonun büyüsüne kapılmıştı, şimdi istediğim yere getirdim onu sonunda. bakalım bu tabloya benim gibi hayranlıkla bakan biri nasıl görünüyormuş. kafamı çevirdim ve aman tanrım bu kadın tablodan ve sesinden daha büyüleyici, üstelik yüzündeki o ifade. gözlerini tablodan alıp bana baktı. yaklaşık on saniye bakıştık. bir erkeğe böyle bakmak utandırır her kadını, nazikçe bileğindeki saatine baktı ve müze beş dakika sonra kapanıyor dedi. – öyleyse bir şeyler içmeye gidebiliriz. dedim.
hayır, diyemedi tam 3 saniye aptalca sırıttı. – belki başka zaman dedi. başka zaman olmaz, yarın istanbuldan ayrılıyorum, yakınlarda bildiğim çok güzel bir yer var, çok vaktini almak istemiyorum. sadece bir iki saat oturup birşeyler içer, manzarayı izleriz dedim. – peki ama sadece bir saat gerçekten işlerim var sonrasında 15 dakika sonra müzenin karşısındaki durakta olurum. dedi
kızı tarif etmedim hiç,
peradan istiklale çıkıp, tünele doğru yürüdük biraz
az ileride kumbaracılar sokağına girdik. leb-i derya diye muhteşem bir mekan var. yukarı terasa çıktık. istanbulun en güzel manzarası bence ordan görülüyor. akşam üstü bir başka zaten. her zaman oturduğum yere oturdum, o da yanıma oturdu iki bira söyledik ve sadece manzarayı izledik.
leb-i derya da şöyle bir mekan
üçüncü birayı bitirdikten sonra, benim lavaboya gitmem lazım, diyip kalktım. içerde hesabı ödeyip, o güzel kadını orda bırakıp gittim.
Yorumlar