körüklü ikarus benim hayatı sorgulamama vesile olmuş bir vesaittir. beytepeden kızılaya olan yolculuğumda çok denk gelmiştik. bir ankaralı için bir önemi yoktur belki ama dışardan gelen benim gibi biri için o dönemler körüklü ikarus yolculukları sırasında resimli sürükleyici bir kitabın sayfasındaymışım gibi anımsarım. geçmişini çizgi roman konseptinde anımsayan başka biri var mı merak ediyorum bu arada. körüklü ikarusla yaptığım balık istifi bir yolculuk sırasında “bu ne lan. şehir hayatı çok boktan böyle yaşamaya ne kadar dayanabilir ki insan.” dedim kendi kendime, bu popüler kültür içerisinde erişebileceğiniz minik bir nirvanadır aslında. o noktaya eriştikten sonra yapmanız gereken ilk şey gidip bir tarla alıp ekip biçmek olmalı. ben ne yaptım?
insanların kendilerini nasıl motive ettiklerini anlamaya çalıştım. hiç birini anlamlandıramadım. insanlara kızmaya başladım bunca mantıksız ve çirkin şeye nasıl katlanabildiklerini çözemedim. ben dayanamıyordum şehrin kalabalığına, girilen sıralara, trafikte geçen zamana, mecburiyetlere, prosedürlere, bürokrasiye, kimsenin kimsenin yüzüne bakmamasına, insanların konuşmaları davranışları artık her şey midemi bulandırıyordu. bu patlama benim için körüklü ikarusta başlayan bir süreç.
uzun bir dönem evden çıkmadım okula bile gitmedim onun yerine okumakla meşguldüm. çok güzel romanlar ve harika yazarlar vardı. öyle etkilenmiştim ki bende yazmak istedim. kelimelerle başladım bir sayfa açıp kulağa hoş gelen kelimeleri öylece rastgele yazdım bir süre. daha sonra ilk şiirlerimi yazdım fakat hiç kimseye okutacak kadar iyi olmadıklarını düşünüp kimseyle paylaşmadan biriktirdim. şiir yazmak için zihin biraz kendini zorlar bir metafor bulmanız gerek gariptir ama biraz ıkınınca bir şeyler ortaya çıkıveriyor. yazmak güzeldi ama daha iyi yazabilmek için zihnimdeki bahçeyi genişletip büyütmem gerekiyordu. hayal dünyamı besleyecek her şeyi incelemeye başladım gözlemleyip öğrenmek istiyordum. şair gözümü aktive edince baktığım her şeyde şairane bir yön bulmaya çalıştım. bu özellliğim yıllar içinde çok gelişti. çok iyi şeylerle besledim kendimi olabildiğince rafine bilgiye eriştim. şair olmak için gereken şaraptan biraz fazla içmiştim anlayacağınız.
böylece felsefenin kapılarını açtım. kastettiğim şey aristotales okumaya başladığım bir dönem değil. toplumsal sorunlar hakkında düşünmeye etik anlamdaki problemlere çözüm aramaya başladığım bir dönemdi. kendi iç muhasebemi ve sorgulamalarımı yapmakla meşgul olmaya başladım. günlük hayatın olan biteninden çok düşündüklerim hakkında konuşuyordum. bu güzel bir şeydi. felsefe yapmayı kendimce beceriyordum. şairliğe geri dönüşüm çok daha iyi oldu, artık kendimi şaşırtıyordum. edebi bir topluluğa girmeyi denemedim, kitap yazma hatta dergiye yazmayı bile istemedim. neden herkes okusun ki, bana hep şöyle geldi yazma yeteneğinizi yok edecek tek bir şey vardır o da okuyucunun ta kendisidir.
insanların ilgisini her zaman rahatsız edici bulurum. elbette her yazı 3-5 okuyucuyu hakeder. internette insanların yazıp çizdiği bir çok yerde yazıp çizdim hala yazıyorum. yazıp sildiğim şiirlerin hikayelerin sayısını bilmiyorum. kötü oldukları için değil bilakis çok beğendiğim için silerim yazdıklarımı. şuna inanıyorum ki insanın güzel bir şey ortaya koyduktan sonra dönüp dönüp gururla bakacağı bir şeyi varsa, o şey onun daha iyisini yapmasına engel olacak ve verimliliğini düşürecektir. size saçma gelebilir ama bu benim dogmamdır. böylece pek okuyucusu olmayan her yazar gibi çırıl çıplak yazmayı denedim ve kıvırdım.
marjinal şeyler dendim her türde istediğim kadar yazabildim. eğer bir kitap yazarı olsaydım her yazımın kitap olabilitesini hesaplayarak yazma gafletinde bulunabilirdim. en özgür olduğum ve kendimi kaybetmediğim alan benim için yazmak oldu. yazmak bana ikarusa tekrar binecek motivasyonu verdi artık yolculuk esnasında not defterimi çıkarıp gözlemlerimi düşüncelerimi yazıyor her şeye şair gözüyle ahengi bulmak için bakıyordum. bu benim en yalın halimin hikayesidir. uygun koşullarda saatlerce yazabilirim en keyif aldığım yeteneğim bu.
Yorumlar