İçeriğe geç

Kadın şarap ve jonathan livingstone

1. Bölüm

Kadın

Her şeye sahip olabilirsiniz ama hiç biri yalnızlık hissinden kurtaramaz sizi. Ben hayatı çok kalabalık bir kadınım ama her şeyden öyle sıkılıyorum ki kaçıp gidebileceğim bir yer yok çünkü gittiğim her yere kendimide götürmek zorundayım.

Geçen gün, kendimden bıkmışlığımı, anlatıp dururken bunun üzerine bir şey anlattı ceren,

-aynı sıkıntıları bende çekiyordum sonra arkadaşım bana birini önerdi.

-psikolog mu?

-hayır alakası yok. Bu başka bir şey. Bana da yıldız önerdi.

-ne önerdi anlat artık.

-bir adam var, tuhaf biri belli bir ücret karşılığında seninle bir gün geçiriyor.

-ha! Jigolo gibi mi?

-hayır pelin, bu öyle biri değil seninle ilgilenmiyor bile.

-ee olayı nedir. Ne için para ödüyoruz?

-birlikte takılıyorsun sadece o nereye giderse onunla gidiyorsun. yabancı biriyle bir gün geçirmek olay.

-anlamadım, onun özelliği nedir, herhangi biriylede gezip dolaşabilirsin.

-pelin anlamıyorsun bu öyle bir şey değil. Bu adam çok farklı biri, sıradan biri gibi konuşmuyor, tavırları falan her şeyi garip çok gizemli biri.

-seri katil yada psikopatta olabilir kızım sen delimisin tanımadığın biriyle takılıp üstüne para veriyorsun?

-saçmalama pelin, güven vermeyen bi tip olsa takılmazdım herhalde bizde az buçuk insanları tanıyoruz, kaldıki öyle biri değil tekrar bir gün daha geçirmek için 2 katı para ödeyebilirdim ama kabul etmiyor.

-neden kabul etmiyormuş peki para için yapmıyor mu bu işi?

-evet ama bazı kuralları var bir defa görüştüğü biriyle bir daha görüşmezmiş. Daha bir sürü kural sayıyor. Başlarken.

-ilginç, neler yaptınız peki?

-nasıl anlatsamki bütün gün boş boş dolandık, acıkınca yemek yedik, parkta oturup çekirdek çitledik falan ama olay ne yaptığımız değil kesinlikle, bir şey sorduğunda garip garip cevaplar veriyor bir şeyler anlatırken ordan oraya sürüklüyor. Nerde olduğunu unutup kafanın içinde bir yolculuğa çıkartıyor seni.

-ceren, sen bu çocuktan fena etkilenmişsin, ama hala para verme olayını anlamadım, ne kadar ödedin bu macera için?

-evet bu pek anlatılacak türden bir şey değil, daha önce yıldızda benim şimdi sana anlattığım gibi anlatıyordu bana sonra ilgimi çekti ve görüşmek istedim. Bir gün için 5 bin lira ödedim.

-ne! Deli misin sen? Bu çok saçma ceren aklım almıyor. Ya memnun kalmazsan peki parana yazık değil mi gözü kapalı saçma bir olaya girmişsin üstelik ikincisi için 2 katı ödeyebilirim diyorsun.

-memnun kalınacak bir şey yok adam hiç bir şey vaadetmiyor zaten bende hiç bir şey beklemiyordum sadece kendimi akışına bıraktım. Ayrıca bazı şeyler paha biçilmezdir.

-ceren seni iyi tanırım, anlamaya çalışıyorum ama kafam almıyor bir türlü.

-her şeyi anlamaya çalışmayı bırakmalısın, o olsa böyle derdi herhalde. Her neyse belkide onunla görüşmelisin, sana iyi gelebilir.

-bilemiyorum, eğlenceli olabilir belki ama öylece tanımadığım birine güvenemem. Üstüne birde para ödemek saçma geliyor.

-bana o kadar yakın hissettirdi ki kendimden çok güveniyorum ona. Pelin geç oldu benim gitmem gerek, belki görüşmek istersin diye numarasını mesaj atarım sana ama her şeyi bana anlatman şartıyla.

-hayır ceren, elin adamıyla neden görüşeyim. O kadar da zor durumda değilim, yani afedersin öyle demek istemedim.

-önemli değil pelin ben yinede numarasını gönderirim.

-peki sen bilirsin görüşürüz.

Of çok saçmaladım ayıp oldu kıza, o kadar da zor durumda değilim ne demek ya, bok gibiym işte, acilen bir şeyler olmazsa sıkıntıdan ölecek gibiyim. Bahsettiği adam kimdi acaba neden bir insan böyle bir iş yapar ki? Tanımadığı ezik ve yalnız kızlarla takılmak için para alan birinin kafasından neler geçiyor olabilir ki?

Cerenin anlattıkları kafamda dönüp durmaya başladı. Bir kaç saat sonra cerenden bir mesaj aldım bir numara göndermiş onun numarası diye ”o”? Bir adı yok mu diye sordum ceren’e. Bilmem o benimkini sormadı bende onunkini sormadım dedi.

Bu kız kafayı yemiş herhalde 5 bin lira bayıldığı adamın adını bile sormayı akıl edememiş. Komik dizimi açıp bir bölüm izlemeye başladım ama hiç sarmadı. Mutfağa gidip bir şeyler atıştırmak istedim ama canım hiç bir şey çekmedi. Her şeyden bıkmış yaşamaktan yılmış gibiydim. Balkona çıkıp hava aldım sokaktaki ışıklara daldım. Acaba bu adam nasıl biriydi, ceren zor bir kızdır onu bu kadar etkilemeyi nasıl başarmış anlamıyorum. Aklıma takılmıştı bir kere uyuyamazdım artık. Telefonumu çıkarıp adama mesaj attım “selam ben pelin, cerenin arkadaşı yarın görüşebilir miyiz? Dedim. 5 dakika sonra cevap geldi. “Ceren diye birini tanımıyorum. Hangi konuda görüşmek istiyorsunuz?” Tabi ya, ceren isimleri sormadıklarını söylemişti. Cereni tarif ettim bende “kısa saçlı dudağının sol üst tarafında beni var. Birlikte gezintiye çıkmışsınız baya iyi geldiğini anlattı belki yarın müsaitseniz birlikte bir şeyler yapabilir miyiz diye soracaktım.” Ne saçmalıyorum ben ya resmen tanımadığım bir adama yarın beni gezdirsene biraz dedim. Cevap verdi “xxx cafede saat 9’da görüşüz.”

Heycanlandım, endişelendim, panikledim, tedirgin oldum, kendime kızdım ama o adamın kim olduğunu, nasıl biri olduğunu çok merak ediyordum artık. Şimdi yeni bir sorunum var. yarın bir yabancıyla randevum vardı, birlikte ne yapacağımız belirsizdi böyle durumlarda ne giymeliyim nasıl hazırlanmalıyım, ben mi onu etkilemeliyim yoksa mesafeli ve güçlü duran, kabuklu bir imaj mı çizmeliyim. Dolabımı kurcaladım ciddi ve naif görünmek istediğime karar verdim, ama alakasız bir kombin yaptım. Çiçekli bir elbise, uzun bir hırka ve çizmeler. Saçlarıda salaş bi şekilde toplarsam tamam. Sonbaharda gezinti için uygun bence. Kıyafetlerimi toplarken şunu farkettim o berbat ruh halinden bir anlığınada olsa sıyrılmıştım sanki bu olay kafamı dağıtmaya yardımcı olabilir belki. Planım şu, adamı görmek istiyorum öncelikle, ölçüp biçmem gerek muhtemelen para yatırmaya değer biri olmadığına kanaat getirip tekrar eve dönerim. En azından merakımı gidermiş olurum. Bunun haricinde o adamla bir gün geçirmek gibi bir niyetim yok. Değişik bir şeye acilen ihtiyacım var ne olacağını bilmiyorum. Artık uyumam gerek.

 

Ertesi gün.

Erken uyanıp hazırlandım ve ne olur ne olmaz diye çantama biber gazı, bıçak, ve yedek bir telefon aldım. Arabamla kadıköydeki kafeye gittim. Kafe doluydu, bir masaya geçtim saat 9 olmak üzereydi. Telefonumu çıkarıp adamı aradım,

-alo, merhaba, ben pelin, söylediğiniz kafeye geldim burda mısınız sizi nasıl tanıyacağım?

-karşıya bak el sallıyorum, dedi. Gördüm ve yanına gidip oturdum, gayet sıradan biri gibi görünüyor, yani aşırı çekici bir şekli yoktu. Demek fiziksel olarak etkileyici değil yinede hoş birine benziyor ama hepsi bu.

-merhabalar pelin ben, diyerek elimi uzattım ama elimi sıkmak yerine önünde duran menüyü elime tutuşturunca birden afalladım. Bununla kalsa iyi üstüne şunları söyledi,

-neden sürekli adını söyleyip duruyorsun ki adını sorduğumu hatırlamıyorum, ben kahvaltı yapmadım bir şeyler atıştırırken konuşuruz.

-peki bende size eşlik etmek için bir şeyler alırım. Haklısınız ama alışkanlık benimki kendimi tanıtmam gerektiğini zannediyorum sürekli.

-nezaketi, sizli bizli laflarla samimiyetsiz bir kılıfa sokmamıza gerek yok. Birbirimizi tanımamızada gerek yok. Nezaket göstermek zorunda da değiliz. İki yabancıyız sadece.

Nesi var bunun, söylediğim her şeyi ağzıma tıkadı resmen. Biraz daha sabretmeliyim.

-ceren ilginç biri olduğunuzdan, ah olduğundan bahsetmişti, ama anlamıyorum birbirimizi tanımadan birlikte nasıl vakit geçireceğiz?

Gülümsedi ve,

-bunun ne önemi var ki? benim adım atlas seninkide athena olsun. şimdi nasıl hissediyorsun?

-kulağa hoş geliyor, nasıl istersen öyle olsun.

Kendimi salak gibi hissettim. Herkese kendimi bu şekilde defalarca tanıtıyormuyum acaba. Bu adamda bir tuhaflık var. Hiç bir şeyi umursamıyor gibi. Çayını içip börekleri götürürken sordum,

-bana biraz olayı anlatırmısın, cerenin anlattıklarından pek bir şey anlamadım ama yinede görüşmek istedim. Tam olarak ne yapıyoruz.

-elbette, olay şu, bir gün boyunca birlikte takılıyoruz. Ne yapacağımızla ilgili bir plan program yok kafamıza ne eserse. Bunun için ödemen gereken ücret 5 bin tl. Vakit kıymetli bir şeydir. Ödemeyi günün sonunda yapabilirsin. İstediğin zaman takılma olayını iptal edip paranı ödemekten vazgeçebilirsin. Aaa, birde kuralları anlatmam gerek.

-ne kuralları?

-kişisel şeyler paylaşmak yok, senin istediğin bir şeyi yapmak zorunda değilim, bunun dışında bir daha asla görüşmeyeceğiz.

-anlıyorum ama tam olarak ne yapacağımızı bilemedim olay gezmekten yada muhabbet etmekten mi ibaret?

-bunu neden burdan çıkınca düşünmüyoruz ki, şimdinin meselesi değil bu. Şimdi neden burda olduğuna odaklanmalısın. Seni buraya kadar getiren, yabancı biriyle takılmaya zorlayan şeyden kurtulmak istemiyor musun?

-bu mümkün mü?

-parayla her kapıyı açabileceğini düşünmüyorsundur umarım. Bana ödeyeceğin para sadece vaktimin karşılığı. Sana hiç bir şey vadetmiyorum terapi yada dert dinlemek değil benim olayım.

Gerçekten garip biri, saçma sapan kurallar ne olduğu belli olmayan bir olay, demek parayı peşin almıyor ve istediğimizde iptal edebiliyoruz. Bu şekilde ilerleyebiliriz sanırım, hem güven veren biri hemde beklentilerini kıran biri. Cevap verdim,

-peki, sanırım ilerledikçe daha iyi anlayacağım türden bir şey bu. Şimdi ne yapacağız.

-sürekli bir şeyler yapmak zorundaymışız gibi davranmana gerek yok. çaylarımızı içtik burdan çıkabiliriz, ve bir kural daha var masrafları işveren öder, sonuçta bu bir iş ve ben mesaideyim.

Güldüm, İlk buluşmada hesabı çekinmeden bir kadına ödeten tuhaf bir adam ha!

-peki sorun değil, diyip garsondan hesabı istedim. Ödedim ve Dışarı çıktık. Kafenin önünde durduk elleri cebinde sağa sola bakındı. Sanki yanında değilmişim gibi sokağın bir ucuna yöneldi ve yürüdü arkasından gittim. Bir kaç sokak hiç konuşmadan yürüdük nereye gittiğimizi söylemedi arabayı otoparka bırakmıştım çok uzaklaşmadan sordum,

-uzak bir yere gideceksek arabam var, otoparkta, alabiliriz istersen.

-bu şehirde arabayla nereye gidebilirsinki, tüm günü trafikte öldürmek istiyorsan bana uyar.

-peki o halde nereye gidiyoruz.

-vapura binelim. Vapurda karar veririz.

Kadıköy iskelesine yakındık. Biraz yürüdükten sonra kabataşa iki bilet aldık. Vapura bindik dışarda durmayı seçti hiç konuşmuyordu. Gayet sıradan biri gibi görünüyordu ama her şeye garip bir cevabı vardı ne yani bütün olayı bu muydu? Sıkılmaya başladım boş boş denizi, manzarayı izliyordu. Benimle ilgilenmiyordu bile bir de ona 5 bin lira ödememi bekliyordu. Dayanamadım,

-ee hep böyle susacak mıyız?

-konuşup seni eğlendirmemi mi istiyorsun? Neyim ben bir soytarı mı?

-öyle demek istemedim, ben sadece…neyse boşver.

-insan tanımadığı biriyle sosyalleşirken saçma sapan kişisel şeyler sorup muhabbet etmeye çalışır havadan sudan şeyler işte… heppimiz üç aşşağı beş yukarı aynıyız, hatta bana sorarsan hiç bir farkımız yok. Bu olayı kendinle başbaşa kalmış gibi düşünebilirsin. Benimle kendini tanıyormuşçasına konuşabilirsin. Sonuçta Heppimiz biraz akıllı biraz cahil biraz sıkıcı ve biraz eğlenceliyizdir.

Hiç bir şey anlamasamda kulağa hoş gelen bir şeyler söylemeye başlamıştı sonunda. Bir yabancıyla kendim gibi konuşmayı nasıl becerebilirim ki?

-sence ben güzel miyim?

-kendine bunu mu soruyorsun? şurdaki kızı görüyormusun kırmızı bereli olan, ondan güzelsin.

-güzellik göreceli bir şey diyorsun yani.

-güzellik aptalca bir şey diyorum aslında. İyi gibi duran her şeyin birde dezavantajı vardır.

-ne gibi dezavantajlar mesela?

-baksana birazcık bile güzel olsan güzelliğinden şüpheye düşüyorsun kaygılanıyorsun her durumda beğenilmek zannediyorsun güzelliği. İnsanlar seni değil bedenini umursuyor diye üzülmelisin bence.

Kimse bana böyle şeyler söylememişti şimdiye kadar. Tabi bende daha önce bir yabancıyla takılmak için 5 bin lira ödemeyi akıl edememiştim. Ne demek istedi bu şimdi karşılık vermeliydim ama ne diyeceğimi bilemiyordum.

-yani güzel olsamda bu iyi bir şey değil öyle mi?

-ehh neyin sana iyi geleceği sana kalmış bir şey. Ben güzel olmak istemezdim. Suratının estetik cazibesinden daha değerli şeyler olduğuna eminim.

-nedir o değerli şeyler?

-neyim ben bir soru cevap makinası mı?

-hayır tabiki merak ettiğim için sordum.

-merak ettiğin için değil, söylediklerime karşılık verecek bir fikrin olmadığı için sorulmuş retorik bir soru bu. Suratından daha değerli şeylerin ne olduğunu bilmeyecek kadar aptal değildir hiç kimse.

Ne? Lafı ağzıma tıkadı resmen, ben ne desem öyle bir karşılık veriyor ki kendimi aptal gibi hissediyorum dışardan nasıl görünüyorum acaba? Saçmalayıp duruyorum herhalde. Belkide bu adam çok tuhaf biridir bilemedim. Ne olursa olsun konuşmaya başlamışken devam ettirmeliyim yoksa kendi ne kalsa muhattap olmaz bile benimle, peşinde sürükleyip gezdirir akşama kadar.

-belkide öyledir, her neyse sence saçma şeyler mi konuşuyorum?

-herkes bazen biraz saçmalar.

-seninle konuşurken kendimi salak gibi hissediyorum söylediklerime karşılık öyle şeyler söylüyorsun ki sinirlerim bozuluyor.

-neden salak gibi hissetmekten bu kadar rahatsız oluyorsun ki birlerinin akıllı, birilerinin kurnaz, birilerinin kötü, birlerininde salak olması gerekir hayatta, belkide sen salak olan tiplerdensindir. Neden eğer öyle hissediyorsan bunu kabullenmeyi ve bu şekilde ilerlemeyi reddediyorsun ki.

-kim salak tip olmak ister ki?

-akıllı veya bilge biri olmayı istemek yeterince kurnazca bir istek değil mi sence. Salak olmayı istememekle aynı motivasyon.

-şimde de kurnaz mı oluyorum yani?

-herkes biraz kurnazdır.

İstemsizce gülmeye başladım, söylediklerine sinir olsamda benimle böyle konuşması hoşuma gidiyordu.

-sen hep böyle misindir? Tuhaf cevaplar falan.

-cevapları sorular belirler. Ne bekliyordun ki hoşuna gidecek şeyler söylememi mi?

-açıkçası daha normal daha sıradan cevaplar vermeni bekliyordum ama ceren garip biri olduğunu söylemişti.

-beklentilerini karşılayamamak beni garip biri yapıyorsa eğer sende çok normal biri değilsin bence.

-herkes biraz anormaldir ha?

Sonunda o ciddi adamı gülümsetmeyi başarmıştım. Belkide ona dönüşüyorumdur. Bu yüzden söylediğim hoşuna gitmiş olabilir. Kendimi bir film sahnesinin içindeymiş gibi hissetmeye başladım sonbaharda tuhaf bir adam, çaresiz bir kadın, vapurda garip muhabbetlerle ilerleyen ilginç bir macera…

İskeleye yanaşınca kalablık inip dağılana kadar bekledik en son biz indik, yanımda değilde önümde yürüyordu peşinden sürüklendiğim bu adam kimdi bilmiyordum. kendimi ve ne yaptığımı sorgulayacak fırsatım yoktu onun hızlı adımlarına yetişmeye çalışıyordum sadece, nereye gidecektik acaba çok merak ediyor ama sormayada çekiniyordum, birden durdu ve ceplerini yokladı. Arkasına dönüp bana baktı,

-kağıt ve kalem.

-Kağıt ve kalem mi? Yanımda yok malesef.

-muadili makyaj zımbırtılarıda mı yok?

Çantamda ufak tefek makyaj malzemeleri bulundururum elbette, göz kalemi ve bir peçete çıkarıp uzattım.

-işimi görür.

Hızlıca bir şeyler karalayıp cebine koydu ve kalemi uzattı yoluna devam etti takip ederken dayanamayıp sordum.

-nereye gittiğimizi sorabilir miyim?

-gitmek istediğin bir yer var mı?

-hayır.

-yorulduğunda yada sıkıldığında söyle bir yerlerde otururuz.

-belirli bir yere gitmiyorsak neden bu yöne doğru gidiyoruz peki?

-daha önce hep belirli bir yere gitmek için mi yola çıktın, hiç mi ne yapacağını düşünmeden yolda olmadın?

-yola çıkmak için varılması gereken bir hedef olmalı normalde.

Durdu ve bana dönüp yüzüme baktı sinirli mi sakin mi anlayamadım benden sıkıldı mı acaba? Bir kaç adım yaklaştı ve,

-bir hedefin, varmak istediğin bir yer var mı?

Donup kaldım, allahım ne demeliyim bilmiyorum ki. Cevap vermek istedim ama söyleyecek bir şey bulamadım ama çok istedim cevap vermeyi olmadı. mimiklerimden hiç bir fikrim olamadığını yeterince açık ettim, Pis pis sırıttı ve,

-öğreniyorsun, dedi

-anlamadım neyi öğreniyorum, dedim. Söyleyeceklerini dikkatle dinlemek için peşinden koşturan asistanı gibiydim.

-problemini görmen için karşısına geçmen gereken bir aynayım ben sadece.

Şimdi bir şeyler kafamda oturmaya başladı. Ben önemsiz şeyleri sorguladıkça verdiği cevaplarla kaçırdığım daha önemli şeyler olduğunu ima etmeye çalışıyor. Bir çeşit oyun gibi ama çok enteresan bir şey bu.

-sanırım artık seni daha iyi anlıyorum.

-anlaman gereken kişi ben değilim.

-haklısın aslında herkes gibi benimde bazı sorunlarım var, sen bunları görebiliyorsun.

-yeni bir şey keşfetmiş gibi konuştun.

Her cümlesi biraz daha salak olduğumu hissettirse de garip bi şekilde bu hoşuma gidiyordu. Gerçektende aşırı salak biri olabilir miyim acaba diye kafamdan geçirmeye başladım. Ya şimdiye kadar herkes beni idare ettiyse ve nazik davranıp bunu hissettirmediyse ve ben yıllardır kendi salaklığım içinde debelenip duruyorsam? Hayır, hayır o kadar da değil aksine bu adam çok farklı bir kafada. Biraz daha düşünerek konuşmam lazım belkide, en azından artık ne yapmaya çalıştığını az buçuk çözdüm.

Bir süre konuşmadan yürüdük, en son beşiktaştaydık ama şimdi neredeyiz hiç bir fikrim yok. Yorulmuştum artık, bir yere gideceğimiz yok galiba mola istedim. Bir yerlere oturursak daha düzgün bir iletişim kurabilirdik.

-sakıncası yoksa biraz dinlenelim mi yoruldum ben.

-olur, şu bakkaldan benim için bi gazoz bir de tuzlu kraker alabilir misin?

Ha? Neyim ben iş veren mi, asistan mı? Normalde tepki verirdim ama neyse, bir şey söylemeden bakkala yöneldim, en burnu havada erkekleri bile serçe parmağımın etrafında çeviren ben, şimdi bi ton para verdiğim bir yabancının ayak işlerine koşturuyorum. Hayır, hayır, kesin beni sınamak için yapıyor. Çok abartıyorum galiba. Uzun zamandır bakkala girmediğimi farkettim siparişleri alıp dışarı çıktım. Atlas’ı kaldırıma oturmuş halde gördüm yanına yaklaştım beni farketti ama yüzüme bakmadan -otursana, dedi. Elinde ince bir dal parçası yerlere sürtüyordu parmaklarının arasında da sigarası yanıyordu. Cidden mola bu mu? Bu şekilde mi yani, kaldırımda mı oturacağız? Kıyafetlerim uygun değil, hiç böyle sokağın ortasında kaldırıma falan oturmadım hayatımda. Ayakta öylece durdum bir kaç saniye, oturmak istemiyordum ama bu gün daha önce yapmadığım bir çok şeyi deneyimlemem gerekecekti galiba. Elbisem kirlenmesin diye çantamdan bir kaç peçete çıkarıp kaldırıma serip üzerine oturdum bunu yaparken biraz utandım ama yapacak bir şey yok,

Atlas bu durumu komik bulmuş olacak ki bana bakıp sırıtıyordu. Artık hiç bir şey söylemesede kendimi salak gibi hissetmemi sağlıyordu bi şekilde. Dayanamadım ve,

-senin yanında kendimi salak gibi hissediyorum. dedim,

-salak değilsin, sadece akvaryumun dışına hiç çıkmamış bir balık gibisin.

-balıklar akvaryumun dışında yaşayamaz zaten.

-akvaryumun içindeki de yaşam değil, balıklar denize aittir.

-nesin sen filozof mu?

-sen faunustaki balıksın, benimse okyanuslarım var.

-cidden çok zor birisin.

-kime kıyasla zor biriymişim?

-tanıdığım çoğu insana kıyasla öylesin.

-insanları tanıdığını düşünmen komik.

-neden komikmiş?

-daha kendini tanımayan biri, kimseyi tanıdığını iddia etmemeli bu komik bir şey bence.

-evet bazı problemlerim var, biraz kibirli biriyim, senin gibi hayatı sorgulayan, çok fazla şeyi kafasına takan biri değilim. Oysa çok fazla kitap okuyan, herkesi anladığını zanneden, kendimi de görebildiğimi düşünen biriydim, şimdiyse yeterince düşünmediğimi de farkettim sayende. Aslında kafam çalışır kendimi zeki bulurum ama boş şeylere çalışıyormuşsa demek. Şimdiye kadar hiç düşünmediğim o kadar çok şey var ki.

Beni dinlemediği hissine kapılınca lafı fazla uzatmadım. İğrenç ve salak bir konuşma yaptım ama bir yandan içimi yabancı birine dökmekte istedim. Birden gözüme bir tabela ilişti ıhlamur kasırlarına yön gösteren bir tabela yakınlardayız demek heycanlandım ve atlas’a dönüp,

-şu tabelaya bak ıhlamur kasırlarına yakınız.

-bunu ilginç kılan nedir?

-amcam orda müze müdürü, saray yavrusu gibi bir yer, muhteşem bir bahçesi var oraya gidip bir şeyler de yeriz. Eğer senin için de uygunsa tabi.

-ıhlamurlar çiçek açtığı zaman…

-anlamadım?

-aklıma bir şiir geldi de, hadi kalk gidelim.

2. bölüm

Şarap

Bir kaç dakika yürüdükten sonra ıhlamur sarayına geldik. Bahçelerden yayılan müthiş kokular çok iyi hissettiriyordu. Buraya en son 6 yıl önce gelmiştim. Müzeye bağlı Kafeteryanın bahçesine geçip oturduk. Atıştırmalık bir şeyler söyledik atlas pek bir şey yemedi, daha sonra kahve istedik. Geldiğimizden beri konuşmadık hiç, bu benim için rahatsız edici olsada yapacak bir şey yok. Yanımda biri varken sürekli iletişim halinde olmam gerekiyormuş gibi bir şeye koşullanmışım, anlamsız bir şey. Atlas’ın ise bir şeyler anlatmak için konuşmasına gerek yok. Verdiği cevaplara bakılırsa konuştuğum her şey boş, hiç bir şey söylememiş olmak daha makul görünüyor. Konuşmak bir zayıflık mı acaba? Kahvesiyle birlikte içmek için bir sigara yaktı, paketin içinden bir kaç sigarayı dışarı sarkıtıp bana uzattı, sigara içen biri değilim ama bugün her şeyi yapabilirmişim gibi geliyor, ikram ettiği sigarayı aldım ve içmeye başladım, parmaklarımın arasında nasıl göründüğüne baktım, atlas’ın nasıl içtiğini izledim. Evcil bir kedinin doğada çekeceği türden bir yabancılık hissediyordum. Biraz gevşemeliyim kafeteryada alkol yok ama amcamın odasında her çeşit içki bulunur. Alkol içimdekini dışarı çıkarmamı sağlayacaktır atlas’ı zorlamak istiyorum.

-afedersin benim lavaboya gitmem lazım birde amcamı görüp gelebilir miyim, sadece bir selam verip döneceğim, burda olduğumu görürse yanına uğramadığım için söylenebilir. Çok sürmez.

-nasıl istersen.

Amcamın yanına uğradım, bir kaç dakika hoş beş ardından içkilerin olduğu büfeye yöneldim şarap şişelerinden birini seçip övmeye başladım tahmin ettiğim gibi birazdan bana hediye etti, ısrar etmesi için reddettim, ısrar edince uzatmayıp kabul ettim. Atlas’ın dediği gibi herkes biraz kurnazdır. Şişeyi çantama koyup, Dışarıda arkadaşlarımın beklediğini söyleyip ayrıldım. Döndüğümde atlas yerinde değildi, biraz ileride çömelmiş çiçekleri inceliyordu. Yanına gittim,

-çiçeklerden anlar mısın?

-o kadar ince birine benziyor muyum sence?

-bunun incelik gerektiren bir şey olduğunu sanmıyorum.

-anlamak incelik gerektirir. Kastettiğin çiçeğin bakımıyla ilgili şeylerse başka tabi.

-söylediklerime çok takılma artık boş konuştuğumu biliyorum bunu kabullendim, burdan gidebiliriz artık, ne yapalım?

Gökyüzüne baktı, esnedi, sağa sola bakındı ve,

-Otobüse binip geri dönelim.

-neden?

-geri dönmeyecek miyiz?

-evet ama karşıya neden geçtik, bu tarafta gideceğimiz bir yer yok muydu?

-buraya geldik işte, sayılmaz mı?

-gerçekten çok farklı bir şekilde çalışıyor kafan peki dönelim o halde. Buluştuğumuz yere mi döneceğiz.

-tamam, sen karar ver nereye gidelim?

Bu hiç beklemediğim bir şeydi güya o beni gezdirecekti, ama bana bir yükmüşüm gibi davranıyor sadece bir iş olarak görüyor. Şimdi de ben mi yöneteceğim olayları, sorumluluk almayı pek sevmem, şu şarabı içmem lazım hemen. En iyisi onu eve davet etmek ama ne tepki verecek bilmiyorum. Deneyelim,

-bana gidelim mi etilerde ikinci bir evim var, bazen orda kalırım havada soğuk biraz, orda bir şeyler içer belki muhabbet ederiz?

-hiç tanımadığın birini evine davet etmek seni endişelendirmiyor mu?

-ben iç güdülerimle hareket ederim ve senden yana bir kuşkum yok.

Durdu ve gözlerimin içine baktı, konuşa konuşa dışarı çıkmıştık. Biraz düşündükten sonra Cevap verdi,

-otobüsle gidelim ama.

İlerideki duraktan bir halk otobüsüne bindik birine rica edip parasını ödeyip kartını kullandık. Arka sıralara geçip boş bir çiftli koltuğa oturduk cam kenarına geçmem için yer verdi. Sürekli ilgisi başka bir yerdeydi, düşünceli ve umursamaz bir tavrı vardı. Kucağımdaki Çantama baktığını farkettim ardından bana bakıp,

-çantanı kurcalamak istiyorum. dedi

-neden? Diye sordum fakat sonra cevap beklemeden çantamı uzattım daha önce asla buna izin vermemiştim. Kimse böyle bir şey teklif etmeye cesaret bile edemezdi.

-bütün gün omuzunda neler taşıdığını merak ediyorum.

Çantayı açtı ve içindekileri birer birer çıkarıp incelemeye başladı,

-bakalım pandoranın kutusundan neler çıkacak. Yok artık şarap şişesi mi bu? Enteresan. makyaj malzemeleri, süslü birisin ve bunu her an güncel tutmak için bunlarsız dışarı çıkamıyorsun. Biber gazı, bıçak ve tornavida, sanırım bunlar benim gibi yabancılar için bir güvenlik önlemi, tornavida ile ne yaptığını bilmek istemiyorum. Hmm bu nedir? Hayır hayır bilmek istemiyorum, çorap ve şarj aleti, bir, iki, üç üç tane cüzdan, ve bir kitap neymiş bakalım… Martı jonathan livingstone, ahaha okudun mu bu kitabı?

-hayatımda İlk defa birinin çantamı karıştırdığına şahit oldum ve bu çok kötü hissettirdi. Onlar benim mahrem eşyalarım ve Hayır o kitabı hiç okumadım.

-eşyalarının kurcalanması nasıl hissettirir bilirim. Onlarla arandaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmelisin bence. Dokunup kurcaladığım her eşya tüylerini diken diken ediyordur.

-aynen öyle hissettim, herkese kapalı olan bir alana girdin.

-ahahaha şarabı içelim mi?

-ne, şimdi mi? Otobüste hemde?

-şimdi demek canlı olmak demektir, biraz sonrası hep belirsizdir belki bir kaza olur ve ölürüz ölmeden önce bir şeyler içmek istemez miydin? çantanda gördüm, tribüşon ve pipette var, bunları süs olsun diye taşımıyorsun herhalde.

Şimdileri o anları hep kaçırmışım gibi hissettim birden, ölmeden önce yapmak istediğin son şey tadında mı yaşanmalı hayat? Tribüşonu ve şişeyi uzattım pek kimse yoktu otobüste şişeyi açtı aynı pipetten şişenin dibini görene kadar gizlice içtik. Otobüsten indiğimizde bir kitabın sayfaları arasında geziniyormuşum gibi heycanlı ve coşkulu hissediyordum. Atlas sıkıcı biri değildi, anı yakalayamayan bendim. Alkol kanıma karışmıştı Elini tutmak istedim ama sormalıydım önce,

-elini tutabilir miyim?

-koluma girebilirsin, yalpalayıp düşmeni istemem.

Bu daha iyi olmuştu artık ona daha çok güveniyor ve daha sıcak hislerle doluyordum. Acaba ondan hoşlanmaya mı başladım. Her şey bir yana dün ve ondan öncesi gibi değilim şuan. Kül kedisinin garip bir versiyonu gibi, günün sonunda o gidecek ve ben yine bir başıma kalacağım. Eve geldik sonunda, içeri geçtik atlas kütüphaneye çevirdiğim salonda dolanmaya başladı kitapları inceliyor dikkatle bakıyordu bir çok koleksiyonluk eser vardı kolilerin içindekileri saymazsak üç bine yakın kitap sığdırmıştım duvardaki raflara, atlas bana dönüp,

-bunların ne kadarını okudun? dedi,

-yarısından azını desem doğru olur sanırım. Okuduğum kitapların büyük bir kısmıda burda yok dağıttım hep. Kitaplar benim için çok değerlidir.

-en sevdiğin kitaplar hangileri peki?

Sevdiğim çok kitap vardı bir çoğundan bahsettim ilgisini kaybedince mutfağa yöneldi kendi evi gibi dolanıyordu içerde, Daha sonra kıyafetlerimi değiştirmek için müsade istedim o da mutfaktan bahçeye çıktı bir sigara yakıp veranda da oturmaya başladı. Bende bu arada yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim, kafamda cinselliğe dair bir şey yok ama eğer yakınlaşırsak kendime karşı koymayacağım galiba. Rahat bir şeyler giyip aşağı indim hala veranda da oturuyordu. Yanına gittim ve,

-dışarısı soğuk, içeri gel istersen.

-hayır, dışarıda oturmak istiyorum hava soğuk diye bundan vazgeçmek koşullara boyun eğmek olur.

-birlikte vakit geçirmemiz gerekmiyor muydu koşullar bizi hasta edebilir?

-içeride mi oturmak istiyorsun?

-yani sıcak içerisi…tamam tamam tartışmanın bir anlamı yok öyle olsun bi şal alıp bende yanına geleceğim.

-bi dakika, dışarda oturmamız üşümemizi gerektirmiyor, ateş yakabiliriz.

-ateş mi? Ciddi misin? İçeride şömine var.

-dışarda otururken içeride ateş yakmak saçma olmaz mı?

-offf, peki efendim nasıl arzu ederseniz, ben biraz odun getireyim o halde.

-odun olmaz.

-tam olarak ne istediğini açıkça söyler misin? Ne istediğini kestiremiyorum. Hem dışarıda oturmak istiyorsun hem üşümemek için ateş yakmak istiyorsun hemde ateş yakmak için odun kullanmayalım mı diyorsun?

Tüm bunları söylerken çok neşeliydim şarap mimiklerimden dans ederek akıyordu. İstekleri saçmada olsa hoşuma gidiyordu. Onunda yüzü gülmüştü söylediklerimden dolayı. yine garip bir şeyler söylemek için hazırlandı,

-şu en sevdiğin kitapları getirmeni istiyorum.

-ne delirdin mi sen? Alkol sana yarımıyor sanırım söyler misin lütfen neden en sevdiğim şeyler olan kitaplarımı sırf ısınmak için üstelik odun varken hemde, bunun yerine kitaplarımı yakacakmışız ki?

-kitapla odun arasındaki farkı açıklayabilirsen bundan vazgeçerim.

-odun odundur, kitap odunun evrim geçirip bir hikaye, şiir, bilgi gibi şeylerle dolup değerli hale geldiği bir şeydir.

-ahahha ne yani bir kütüğün üzerine bir şiir yazarsam o diğer kütüklerden daha mı değerli olacak.

-aralarındaki fark birinin üzerinde şiir yazıyor olması değil mi?

-peki ya ikisininde üzerinde iki farklı şiir yazıyorsa ve donmak üzereysen ısınmak için hangisini yakardın?

-daha az beğendiğim şiir hangi kütükteyse onu, hatta şiirleri ezberleyip ikisinide yakabilirim bu daha mantıklı olurdu her halde.

-bu okuduğun kitapları yakabileceğin anlamına mı geliyor.

-kitapları ezberlediysem ve donmamak için yakacak başka bir şey yoksa zaten buna mecburum demektir.

-zavallı odunun üzerinde değerli sözcükler yazmıyor diye bu onun yakacak olmasını belirliyor demek.

-konuyu nereye bağlamak istediğini anladım sanırım, şuan üşüyorum ve bir şeyler yakmak için kitapları getirmemi şart koşuyorsun. Bende satrançta iyiyimdir. Bütün gün seninle oynamaktan kaçındım ama artık kendimi engellemeyeceğim. Kitap ve odun arasında hiç bir fark olmadığını ikisininde sıradan birer nesne olduğunu farkı benim ortaya çıkardığımı ve hangisini değerli kılmak istediysem onu kıymetli seçtiğimi söylemek istiyorsun. Doğru anlamış mıyım?

-sıcak, ama yeterince değil. İyi gidiyorsun.

-pekala, kitaplarda yazanlar neden değersiz olsun ki. İşimiz bitince onları yakmak saygısızlık değil mi?

-her gün raflarda duran koleksiyonlarına bakıp huzur buluyorsan bir şey diyemem tabi.

-bi dakika şey mi demek istiyorsun, yani okuduğum kitapları duvara asılmış bir madalya gibi gördükçe kendimi bir şey sanıp tatmin olmak gibi bir şeyi mi kastediyorsun.

-bu daha sıcak oldu. Biraz daha gayret edersen ateşi yakıp ısınacağız.

-benim sorunum sence bu mu sahip olduğum edindiğim şeylerin arkasında kaybolmuş olabilir miyim, yada bunların altında eziliyor hatta nefes alamıyor özgür olmamı engelliyor olabilir mi bunlar.

-işte kıvılcım çıkarmayı başardın.

Kastettiği şey yalnızca kitaplar değildi modern insanın hayatını mahveden şey nesnelerle çevresiyle olan ilişki biçimi, böyle şeyleri hiç düşünmem ancak biri kafamı zorla çevirip görmemi sağlarsa başka. Raflarda duran kitaplar benim egomun nişanesi, oysa okuyup bitirdiğim bir kitap artık tükettiğim ama gördükçe kendimi iyi hissetmek için esir aldığım bir canlı gibi. Artık rafta bir işlevi yok, odun beni ısıtabilir en azından ama okunmuş ve rafta duran bir kitap tam tersi kötü bir şey. Bunun suçlusu kitaplar değil kesinlikle yalnızca benim. Kitaplar bize yol gösteren düşünce ufkumuzu zenginleştiren şeyler ama kitaplarla kurduğum ilişki bana zarar veriyorsa bundan kurtulmak konusunda mızmızlanmam çocukça olacaktır.

-bu maçı sen aldın kabul ediyorum ama rövanşını yapmadan gidemezsin.

İçeri gidip en sevdiğim kitapları gönül rahatlığıyla seçip kucağıma doldurdum. Dışarı gidip verandaya yığdım bir kaç turda baya kitap getirdim sevdiğim çok kitap varmış.

-işte bu kadar yeterli sanırım.

-bir şey daha.

-evet dinliyorum.

-çantandaki kitap, onu getirebilir misin, yakmak için değil sevdiğim bir kitaptır, senin için bir kaç bölüm okumak istiyorum.

-ohh bir an onuda yakalım diyeceğini sandım. Bekle geliyorum hemen.

İçeri gidip kitabı aldım, iyisinden bir şişe şarap açıp, biraz ekmek ve peynirle atlas’ın yanına döndüm.

-işte geldim nerde kalmıştık, e daha yakmamışsın ateşi..kitaplarımıda bana yaktırmak istiyorsundur kesin anlaşıldı hangisinden başlasak acaba, biraz kafka biraz dostoyevski ve şunu çok seviyorum murathan mungan metinler kitabı, yakmak için sayfaları yırtmam gerek, 40 yıl düşünsem böyle bir şey yapabileceğim aklımın ucundan geçmezdi. Şu stefan zwegleri de çıra niyetine kullanırız artık. Pablo neruda ve hemingway virginia wolf sanırım başlangıç için ideal.

-kadehleri getirmeyi unutmuşsun.

-şişeden içeriz diye düşünmüştüm. Aynı şarabı farklı kadehlerden içmek artık bana garip geliyor.

Bir kaç sayfayı tutuşturup kitap yığınını ateşe verdim, oturup birlikte izledik ateşi, kitaplarımı yaktırması bana kendimi hezimete uğramış gibi hissettirdi. Yanan kitaplar değil egomdu, bunun karşılığında bende onun gizemini çözmeliyim ama nasıl. Benim gibi tiplerle çok karşılaşmış nasıl oynayacağını iyi biliyor ama ben onun gibi bir oyuncuyla ilk defa karşılaşıyorum. Rövanşı almam lazım ilk hamleyi yapmak için tam zamanı,

-mutlu musun şimdi?

-mutluluk sarhoşluktur ve ben kederlenmeyi daha kaliteli bir his olarak kabul ederim. Kitapların yanışı kederli bir sahne.

-amacın benim gibi ancak maskeler takarak yaşayabilen insanları, maskelerini çıkarmaya zorlamak mı? Bunu başarmak keyif veriyor olmalı.

-satranç oynamak konusunda iyi olduğunu söylemiştin ama ben o tarz oyunlardan haz almam.

-bir oyun oynuyorsun ama bu satranç değil öyle mi?

-hayır oyun oynamak isteyen sensin ve rakibin ben değil ancak kendin olabilirsin. Benim için her hangi bir oyunda seni yenmek bir şey ifade etmez, tatmin olmam. Benim olayım kendimle herkesin düşmanı, rakibi kendi içinde gizlidir.

-neden bu işi yapıyorsun?

-kişisel bir soru bu, kuralları anımsa.

-sorularıma vereceğin cevaplar karşılığında istediğin kadar ödeme yapabilirim.

-ahahha şarap konuşuyor sanırım, para ile arandaki ilişkiyi gözden geçirmelisin.

-para için yapmıyor musun bu işi.

-ihtiyacım kadarı yetiyor. Fazlası beni başka birine dönüştürür.

-dur tahmin edeyim hiç bir yere tutunamamış ve sonunda kendine gizemli ve cezbedici bir karakter yaratmışsın ardından bu yolla bunalımdaki zengin kızları söğüşlüyorsun. Yanılıyor muyum?

-istediğin gibi düşünmekte özgürsün.

Cevap vermeyecek… onu zorlayabileceğim, üzerine gidebileceğim bir yanı olmalı ama bunun için yeterince zamanımız yok.

-mesain ne zaman bitiyor bunu konuşmadık hiç.

-gün bitince…Yani uyumak istediğinde gün biter ve giderim. Bunun dışında bana ihtiyacın kalmadığını düşünürsem giderim.

-öyleyse biraz daha vaktimiz var. hikayeni çok merak ediyorum kim olduğunu, ne ile uğraştığını, kişisel şeylerden arındırıp biraz anlatamaz mısın?

-belki anlatacak bir şey yoktur, belki bu soruların henüz cevapları ortada yoktur, klasik bir olay örgüsü arıyorsun ama ben bir geçmişin üzerine bir kimlik inşa edip bir hikaye yazmıyorum ki. Bu sadece yaşamı farklı bir şekilde deneyimleme arzusu.

-hiç bir şeye normal bir cevabın yok onu anladık ama hiç mi karşındakilere duymak istedikleri şeyleri söylemezsin?

-ezgi buyken duymak istediğin başkaysa ya ezgiyi anlamıyorsundur yada sana göre değildir.

Beynimin uyuştuğunu hissediyordum, sanki direndiğim bütün her şeye karşı olan gücüm elimden alınmış ve her şey üzerime yığılmış gibi hissediyorum. Bütün direncim kırıldı zihnimde hücuma geçen milyon tane şey var artık. Kendimi çok savunmasız ve zayıf hissediyorum.

-senin yanındayken kendime tahammül edemiyorum. İnsana bir şekilde kendini çıplak hissettiriyorsunun, örttüğüm, gizlediğim kusurlarım, zayıflıklarım hepsi açığa çıkmış gibi. Böyle görmek istemiyorum kendimi.

-bunları görmeye dayanabilir, kabul eder ve alışırsan ardından yeteneğini, gücünü ve potansiyelinide farkedecek yetiye ulaşırsın.

– haklısın belki ama bu zor bir süreç olmalı.

-bunu geçmen gereken, vahşi hayvanlarla ve ölümcül tuzaklarla dolu bir vadi olarak düşün. Eğer geçebilirsen bütün değerli mücevherlere sahip olacak ve onlarla ömrünün geri kalanını daha güçlü, arınmış ve daha başka bir seviyede sürdüreceksin. Eğer böyle bir yolculuğa çıkabilecek kadar cesaretin yoksa kendi sınırlarının kıyısına her vurduğunda yeni bir bunalımla karşılaşıp sahte dünyana dönmek için yeni yalanlar uydurup hayatına içinde bir ukdeyle ve bir boşlukla, kanayan bir yarayla devam edeceksin.

Ahahaha bir anda kendimi aydınlanmış hissettim. Heycanla doğruldum gözlerim parlıyordu,

-şimdi çözdüm seni işte, yanımdasın şuan görünürde yan yanayız ama gerçekte iki farklı gezegendeyiz aslında, sen uzun bir yol katetmiş ölümcül vadiyi geçmiş hazineleri bulmuş başka bir gezegende yaşıyorsun bense kendi konfor alanımı, içine doğduğum kafesi hiç terketmemiş, bunun içinde yaşamaya koşullandırmışım kendimi. Yan yanayız ama çok farklı yerlerdeyiz.

-sanırım artık bana ihtiyacın kalmadı. Kim olduğunu bir başkasına kıyasla anlayabilir insan.

-hiç bir şeyi umursamayan, insanların zaaflarından para kazanmanın bir yolunu bulmuş kurnaz bir tilki olduğunu düşündüğüm için özür dilerim.

Gülümsedi, muhabbetimiz sırasında çantamda bulduğu ve ben küçükken ölen annemin bana hediye ettiği, hiç okumadığım o kitabı karıştırıp duruyordu sonunda sigarasını yaktı ve bir şeyler okuyarak cevap vermeye hazırlandı,

3. Bölüm

Jonathan livingstone

-“yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi. bana bir şans verin, öğrendiklerimi size göstereyim.”

-belkide martı okuyacağım son kitap olacak belkide yeni biri olarak okuyacağım ilk kitap.

Elinde kitapla Ayağa kalktı ve ateşin etrafında bir tur attı, kitabı bana uzattı ve,

-artık bu kitabı okumaya hazırsın, benim işim bitti gitmem gerek yerinden kalkma, uğurlanmayı sevmem kendim çıkarım. bir daha görüşmeyeceğiz ama ölmek üzere olan birine tavsiye edebilirsin beni.

Ne diyeceğimi bilemedim, öylece çekip gitti, yarım saat kadar bin bir düşünceyle öylece oturdum. Elimdeki kitabı sımsıkı göğsüme bastırmış geri gelmesini istiyordum, sonunda ateş sönünce odama çıktım ve kitabı okumaya karar verdim. Annem bana bu kitabı hediye ettiği gün ölmüştü, bir şekilde bu kitabı hiç okuyamadım en azından okumaya hazır olana kadar beklemekten başka çarem yoktu. Bir yabancı nasıl hayatımdaki bütün problemleri bir anda gün yüzüne çıkarabilmeyi başardı.

Tarifsiz duygular içerisindeydim büyük bir cesaretle ve olgunlukla Kitabı açtım ve okumaya başladım.

-son-

Bağlan!
Gemi okyanusa açılmak üzere, acele et ve bize katıl!

Yorumlar

Henüz yorum yok