Ses dergisinde yayınlanan üsera karargahı adlı yazısı;
*Üsera:esaret, esirler.
“Ben hürriyetimi çok severim.
Bunu naçiz sükutunda bulurum. Resim yaparken, ibadet eder gibi sükuneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış işle meşgulum veya işgal edilmişimdir. Bu yanlış meşguliyetten kurtulmak için gider, evvela üç beş kadeh rakı içerim. Eğer bu yanlış meşguliyet daha sürerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek adam ararım.
Herkes aşağı yukarı benim gibidir.
Alemi nizama sokmak, fikrimden geçen şey değilse de, lafın kısası , sükutumu resmen severim ve dediğim gibi, ibadet eder gibi resim yapmayı ister, ruhi istirahatimi ancak bu tarzda temin ederim. Bu da benim hakkımdır. Bu sırada bana neler söylemezler.:
“- İşte zavallı yine resim yapıyor. Para kazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor, sonra ekmek parası bulamıyor!”
Ressamlar ve resimleri
Doğru, bu bezirganların hakları var. Resim yapmak, resim yaptırmak zengin cemiyetlerin lüksüdür ve ben leblebiciler arasında bir ucubeyim. Ben bu kitle içinde onlarca bir deliyim. Nitekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tutan herhangi bir kimse de benim düşmanımdır ve ben de ruhen fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğinin müthiş düşmanıyım.
Benim gibi düşünenler de yok değil. Onlarla buluşunca rahatım. Fakir fakat bahtiyarım. Fakat onlardan ayrılınca yalnız kalıyorum. Düşenin pek dostu yoktur Leblebistanda.
Son seneler, geçen günlerim hep böyle resim yapmaktan uzak geçiyor. Naçiz benliğim kepaze oluyor. Kafam orospu çanağına dönüyor.Pek nadirden de felekten bir gün çalıp, kendimi İstanbul’ un bedesteninde, çarşısında, cami avlularında ve Eyüp mezarlıklarında bulup resim yapınca, o zaman çocukluğum canlanıyor, benliğim yerine geliyor. Ruhi banyo almış gibi rahat, sakin bir hal alıyorum. Fakat bu, çok sürmüyor. Akşam oldu mu kendimi, herhangi bir tellal vasıtasıyla kiralanmış adi bir odada, kiracılarından yaşayan adi bir ev sahibinin kira odasında bulunca, tekrar kirleniyorum. Ve pislikten nefret ediyorum. Bu pisliklerin bıraktığı ruhi esaret, izzeti nefsimi kırıyor, nefret ediyorum. Tellallarından, odalardan geçinen mahluklardan ve kendimden… Evet. Bu tarz bir cemiyette, bu zihniyette bir kitle arasında en temiz iş, şüphesiz ki bir yerde oturmamaktır. Fakat o zaman ad zülfüyare dokunur hadiseler peyda oluyor. İnsana serseri diyorlar.
Ne ise, lafın kısası, geçen gün felekten bir gün aşırmıştım. Koltuğumda resim cildbendi ve suluboyam, şöyle pürneşe, kendimi Nuruosmaniye camiinin avlusunda buldum. Bir kalabalık vardı. Durakaldım. Bir adam bir kartalı sağ ayağından bağlamış, bir kuruş mukabilinde niyet çektiriyordu. Her niyetten sonra da kuşa ufacık bir ekmek parçası veriyordu. Kartal şüphesiz insan gibi ekmek yemezdi. Bunu çocuklar bile bilir. Fakat herhangi bir yerde nasılsa bu asil mahluk, bu adamın eline geçip sağ ayağını bağlatmıştı. Ve gagasıyla niyet çekmesini öğrenmişti. Efendisinden ekmek yemeyi de öğrendikten sonra, asaletini kaybetmişti.
Bu kartal muazzam bir mahluktu. Herhalde çok açtı. Hem çok aç bırakılmıştı bu esarette ki, gelen geçen, kuruşu atınca niyeti çekiyordu. Efendisi de hemen önüne bir ekmek parçası veriyor, lokma daha düşmeden, soluğu kartalın kursağında buluyordu.
Muazzam ve şahane bir mahluktu bu kartal. Doğrusu onun hürriyetini çalmaya kıyamazdım. Ne güzel bir profili vardı. Çatık kaşlarının altındaki gözler:
– “Ben efendiyim, ben bu pespayelerin baziçesi (oyuncağı) olamam, ben insanların erişemeyeceği dağların üstündeki bulutların da üstünden uçmaya alışmış bir mahlukum” diyordu.
Gelen geçen çocuklar, elleriyle onun kuyruğuna dokunuyorlar, mahluku esaretinde bile rahat bırakmıyorlardı. Bu aralık bir polis, evine bir paket et almış, dönüyordu. Manzara karşısında durdu. Paketi açtı, içinden aldığı bir et parçasını kartala verdi. Kartal bu et parçasıyla biraz canlandı. Ve niyet için atılan kuruşlara bile bakmadı bir müddet. Niyetçi polise döndü!
“- Çok et yer bu mahluk!” dedi.
“- Hakkıdır, bu onun gıdasıdır!” dedim içimden. “Gıdadır,”dedim. Yine içimden tabii! Eğer hürriyetini elde edebilse, o da diğer kendi cinsinden efendilerin yanına dönecekti. Bu zabunkeşlik nümunesi leblebicilerin emri altında, bu üsera karargahında, bir lokma ekmeğe bağlanıp kırtasiyecilik yapmayacaktı. Bir kartal gibi, ömrünü sürecekti.”
Yorumlar