konstantiniyye’nin kuşatıldığını haber alan herkesin anadoludan, arap ve acem diyarından akın akın fetihe katılmak için yollara düştüğü bir sırada, bursa’da keşiş dağı civarında, hiçlik vadisindeki bir geçitin yakınlarındaki metruk harabeleri mesken tutan bir eşkıyaydım. dışarısı kar kıyamet bir akşam, yaktığım ateşin başında demlenirken ayak sesleri işittim, etrafıma bakındığımda hırpani kıyafetleriyle iki kişinin, yıkıntıların arasından yaklaştığını görünce kılıcıma davranıp “destur!” diye haykırdım.
-bizden zarar gelmez, silahsız seyyahlarız, ateşi görüp sığınmak, ısınmak istedik, destur ver yanına gelelim.
sesin sahibine, yaklaşmasını söyledim. kılıklarından anladığım kadarıyla bunlar ya dervişti yada dilenci. “kimsiniz” diye sordum.
-biz doğudan, semerkand civarındaki bir köyden fetihe katılmak için yola çıkan erenleriz.
-erenler de kim ola? dedim, şaşırmıştım benim için hiç duyulmadık bir şeydi bu laf.
-erenler, hakka teslim olan ve hakkın yolunda yürümek için yola düşenlere denir.
-dervişler gibi mi?
-yok, dervişler icazet almadan yola düşmezler, bizim mürşidimiz yoktur. rab yolumuzu evvelden çizmiştir. doğuşumuz bize verilen icazettir. biz ancak yolculuk ederiz.
-geçin oturun öyleyse sizden zarar beklemem, sizde benden emin olun öyleyse.
-eyvallah, deyip çömeldiler ateşin başına.
az sonra yine sesler geldi bir kaç garip adam daha belirdi, bu sefer korktum, bu karın fırtınanın ortasında sırtlarında baltaları, başlarında sarıkları, ellerinde asalarıyla, dervişane sakallarıyla, yarı çıplak dört kişi yaklaşıyordu. kılıcıma davranmak üzereyken “destur var mıdır dervişlere, biraz soluklansınlar diye ateşini paylaşmaya.” dedi aralarından biri.
nedense elim ayağım titremeye başlamıştı, baltalı dervişleri işitmiştim ama kışın ortasında yarı çıplak gezdiklerini kim söylese gülüp geçerdim.
-dervişlerin sırtında hırka gerekmez mi? diye sordum.
sanki ben izin vermişim gibi yaklaşırken konuşmaya başladılar.
-bize hırka gerekmez. biz adem aleyhisselamın yolundan giden dervişleriz. bir donumuz yeter bize.
-gelin öyleyse iki misafirim daha var bunlarda erenler imiş.
baltalı dervişler erenlerin karşısına geçip ellerini ateşe uzattılar “selam olsun erenlere” dediler. merak edip sordum “peki siz nerden gelip nereye gidiyorsunuz?”
-biz topraktan geldik toprağa dönüyoruz. dedi, en yaşlı görünenleri. erenlerden biri bana dönüp,
-dervişlere menzil sorulmaz, onların menzili herkesçe malumdur. dedi
ben cahil bir köylüydüm ne gezmişliğim ne görmüşlüğüm var üç yıldır dağlarda saklanıyorum. ne demek istediklerini bilmiyordum gülümsedim ve,
-dervişlerin sözleri derindir, ben akıl erdiremem, öyle olmasalar derviş olamazlardı herhalde. dedim, kimse bir karşılık vermedi. herkesin gözleri ateşteydi. biraz sonra baltalı dervişler rahatça oturup bellerine bağladıkları keselerden bir şeyler çıkarıp bir çubuğa doldurdular yanan bir ince dalla çubuklarındaki şeyi yakıp tüttürmeye başladılar. erenlere de ikram ettiler, oruçluyuz deyip geri çevirdi erenler. baltalı dervişlerden biri bana uzatıp şöyle dedi,
-dervişlik söz ile olunmaz, dervişlik hal ile olunur. şundan çekte gör halimizi.
tüttürünce keyif veren bazı şeyler olduğunu duymuştum ama hiç içmemiştim. dervişin hazırlayıp tüttürmem için verdiği çubuğu aldım ve derin bir nefes çektim.
biraz sonra bütün yüküm omuzlarımdan inmiş gibi oldum hem keyiflendim hem kederlendim. dilim tutuldu lal oldum. söyleyecek bir şeyim yoktu artık.
dervişler erenlere bir şey sordu,
-ey erenler, deyin hele eriştiğiniz muradınız aceb ne ola?
erenlerden birinin gözleri ateşe dalmıştı, dertli gibi duran öteki cevap verdi dervişlere;
– bizim eriştiğimiz en güzel yer hakkın yolunda olmaktır. gayrısına gönlümüz gözümüz toktur.
bu ne demekti acaba, yol ne ki? derviş devam etti,
-öyleyse yolumuz birdir ama görüyorum ki farklı yönlere yolculuğumuz.
eren,
-yollar gönülden gönüledir, hangi yöne gitsen hakka çıkar.
derviş,
-güzel söyledin. lakin pusulası olmayan fırtınada kaybolup gitmez mi.
eren,
-kendinde olanın kaybolacak yeri yoktur.
derviş,
-öyleyse hiçlik vadisinde ne işiniz var?
eren,
-fethi kutlu kılmaya ve alemi seyran eylemeye geldik.
derviş,
-bu son fetih olmayacak ve alemin sureti güzelleştikçe içi çürüyecek.
eren,
-doğrudur, devran döner, çürüyen her şey tazelenip döner.
derviş,
-selamun aleyküm.
eren,
-aleyküm selam.
sustular, söylediklerinden hiç bir şey anlamadım, selamlaşıp sustular saatlerce. bana ikram ettikleri tütün sayesinde alemi boydan boya gezmişim gibi hissediyorum. bir ara uyuya kalmışım sabaha karşı gözlerimi açtığımda hepsi gitmişti. dervişlerin oturduğu yerde bir parça tütün, erenlerin oturduğu yerde ise bir parça ekmek vardı.
Yorumlar