3.bölüm – çarkıfelek
uzun süre yola devam ettik, yıldızlarla yolunu belirleyen bu kervanın denizlerdeki bir gemiden farkı yok. çölün sıcak kumlarında yalın ayak yapılan bu seyahat sırasında, ıssız ve yabancı bir diyarda, boşlukta, çırılçıplak ilerliyormuşsunuz gibi hissedersiniz. eğer ilerlemezseniz dünyanın sonu gelecek gibi olur…
gece yarısı olunca mola verdik, ateş yakıldı çay demlendi. dolunay tepemizde. herkes yorgun, benimse içimde hala endişeler var. derler ki dolunay çıkınca med cezirin en kuvvetli olduğu zaman başlar. insanların da kanı kaynamaya, nefsi köpürmeye meyleder. azgınlaşan insanlar kontrolden çıkıp öfkelenmeye tahammülsüzlüğe yatkın olurlar.
herkes yorgun ve gergindi. ince bir rüzgar esmeye başladı, çarıklarımı çıkarıp kumlara uzandım. pirlerden biri tüccarlara öğütlerle dolu bir hikaye anlatıyordu. defalarca dinlediğim sadakatle ilgili sıkıcı bir hikaye. tebrize dönünce azad edilmek için bildiğim her şeyi anlatıp, emanetleri teslim edeceğim. rum diyarına gidip kardeşimi aramaktan başka bir yolum yok.
rüzgar birden şiddetlendi, kumlar havalanmaya başlayınca gök tozardı. çadırlar toplandı, develer çember halinde çöktürüldü ve kervandaki herkes çemberin ortasına toplanıp oturdu. kum fırtınasından kaçamazsınız. fırtına bazen öyle şiddetlenirki ayaklarınızı yerden kesip girdabın içinde gezdirdikten sonra uzak bir yere fırlatabilir. uyandığınızda rüzgarın üzerinize yığdığı kum tepesinin altında canlı canlı gömüldüğünüzü zannedersiniz. çöl her an değişir. neyseki fırtına zayıflamaya başladı. herkes rahat bir nefes alacağını düşünürken korkunç naralar işitmeye başladık. fırtına dindikçe sesler daha çok yaklaşıyordu. birazdan onlarca harami sardı etrafımızı. muhafızlar kılıç çekip hücüm ettiler.
rüzgarın uğultusu, toz ve çeliğin çınlaması birbirine karıştı. dilencinin sözleri doğru çıkmıştı, yerde yuvarlanan kervancı başının kellesiydi.
bütün bunlar olurken bağdaş kurmuş, oturduğum yerden kımıldamadan, olan biteni seyrettim. herkes birer birer kılıçtan geçirildi.
haramilerin reisi kılıcından akan kanıyla önümde belirdi. ben ölümden korkmam ölüm her zaman beklediğim bir şeydir.
kılıcını en tepeye doğru kaldırdı. hiç bir tepki vermedim. bütün gücüyle kılıcını savurdu, kılıcı kumlara sapladı. çömelip yüzüme baktı göz gözeydik ağzımdaki peçeyi çekip açtı.
-demek ölümden korkmuyorsun. dedi.
cevap vermedim, ayağa kalkıp adamlarının yanına gitti. sonra bana dönüp, bizimle geleceksin, dedi.
cesetler hariç bütün kervana el koydular. şah bu duruma çok öfkelenecek, kervandaki yükün büyük bir kısmı ona ait özel eşyalardı. haramiler ellerimi bağlayıp urganı bir devenin yularına bağladılar. esir düşmek bir köle için fazla acımasız bir durum.
saatlerce güneye doğru ilerledik tan yeri ağarmadan evvel dinlenmek için mola verdik. haramiler reisleri için bir çadır açtılar, ganimet gözden geçirildi, ateş yakıldı, çay demlendi. reis ve sağ kolu beni yanına çağırdılar. gittim.
bana içtiği esrardan uzattı, derin bir nefes aldım oturmamı söyledi, birlikte oturduk.
-öylece oturup ölmeyi mi bekliyordun?
-ölüm her zaman beklediğim bir şey ama size karşı koymanın da hiç bir faydası olmayacaktı.
-eğer yerinden kımıldamış olsaydın kelleni uçururdum, kılıcım kimseye merhamet göstermemiştir.
-yaşamımı sukunetime mi borçluyum?
-hayır, sadece ona değil. benim merakımı da cezbettin. cesaretin nerden geliyor bilmek istedim. bu sükunetten fazlasıydı. yüzlerce adamın celladı oldum herkes ölümden cehenneme gidecekmiş gibi korktu. anlat. bir şeyler uydurup suyuna gidebilirdim ama dilencinin sözleri geldi aklıma “senden sual ederlerse yalnızca doğruyu söyle!” peki ya cevap bir sır ise?
-sükunetimin kaynağı bir sırdır.
-anlatmazsan sırrınla beraber ölürsün. ölümden korkmadığını gördük, lakin parmaklarını kırıp dişlerini söktükten sonra öldürülmek istemez kimse.
-her şeyin bir bedeli vardır. bir şey almak için bir şey vermelisin.
reis ve dilsiz yaveri kahkahalarla güldüler.
-ahmak! biz haramiyiz, bizim maharetimiz hiç bir şey vermeden bir şeyler almaktır.
-haramiler de şereflerini dünya malıyla takas ederler. dedim.
yaveri yerinden zıplayıp hançerini çekti, reis durdurdu ve sakin ol kolayca ölmek için bizi kışkırtıyor, dedi.
-öyleyse söyle bakalım sırrını vermek için ne istiyorsun.
-beni azad edip, bir binekle birlikte selametle göndermeye yemin ederseniz anlatırım.
-gayet makul bir şey istedin, ama düşünmem gerek, belki sırrını sen söylemeden çözer ve sana hiç bir şey vermek durumunda kalmam. şimdi git ve dinlen bir süre daha hayatta ve bizimlesin.
yerime dönüp örtündüm, derin bir uykuya dalıp uyudum çok yorgun ve halsizdim.
devam edecek…
Yorumlar