İçeriğe geç

Amerikan rüyasının ortaya çıkış süreci

amerikan rüyası fantezisinin ortaya çıkışı, amerikada kolonilerin kurulmaya başlanmasına kadar dayanır. ingiliz kolonilerinin, ispanyol ve portekizli yerleşimciler karşısında, avrupadan daha çok göç alabilmek adına başlattığı propagandalar, amerikan rüyasını ortaya çıkarmıştır.

yeni dünya amerikanın, verimli, geniş toprakları, tüm avrupanın iştahını kabartıyordu, fakat avrupadan oraya göç etmek için yeterli alt yapı yoktu. bu yüzden ilk olarak, avrupada ne kadar haydut, dolandırıcı, sahtekar, toplum düşmanı, işe yaramaz adam varsa, bunların hepsi amerikaya gönderildi. western filmlerinde görmeye alışık olduğumuz haydutlar, sürekli hırsızlık ve yağma ile iş gören tiplerdi. bu bir tesadüf değil, boşuna vahşi batı denmiyordu. amerikanın, ilk soluk benizli yerleşimcilerinin çoğu, azılı katiller, hırsızlar, serserilerden oluşuyordu. bu hırslı, gözü dönmüş, insanlıktan çoktan çıkmış yaratıklar. kızılderililerle sürekli çatışmakta ve onları öldürmekteydiler. bu dönemde ölü bir kızılderili leşi getirene ödül verilmekteydi. kelle avcılığı yapılan bir toplumdan, daha vahşi bir toplum olamaz.

filmlerde, karizmatik kovboylar, olarak tanıdığımız bu caniler, tüm pis huylarını, kötü alışkanlıklarınıda amerikaya taşımıştı. neredeyse her kasabada fuhuş yapılan, içki içilen, kumar oynanan bir bar bulunmaktaydı.

kızılderililerin başına musallat olan, bu vahşi yaratıklar, hayatlarını, ya altın çıkarma sevdasıyla ya kelle avcılığıyla ya hırsızlık ve yağmayla, çetecilikle kumar, içki ve fuhuşla kısacası rezilliklerle dolu işlerle geçirirlerdi.

evet, amerikan ulusu işte böyle bir rezillikten türedi. bir yanda vahşi kovboylarımız, en ahlaksız hayatları yaşarken, daha büyük şehirlerde ise avrupada yaşama imkanı bulamayan bir çok milletten insanla doluştu. burayada beraberlerinde tefecilik, kölelik, kumar, fuhuş gibi türlü çirkin işleride beraberlerinde getirip, amerikada rahatça yaydılar. amerika özgürlükler dünyasıydı çünkü daha henüz sağlam bir otorite yoktu.

din adına, pirüten mezhebinin insanlara sunulmasıda bir tesadüf değil. bu dünya içinde çok çalışın, cenneti çalışmanız karşılığında hakedeceksiniz, anlayışında bir inançla, amerikalılar çalıştıkça çalıştı, biriktirdikçe biriktirdi, harcadıkça harcadı büyük bir aç gözlülükle amerika hızla gelişti. bu sayede inananlar çalışmayı tanrının emri olarak görüyordu.
bağımsızlığını ilan edip, avrupadan daha çok göç almak isteyen amerika, yeni yerleşimcilere; otoritesi olan, düzenin geldiği, vahşi yerlilerden soykırımla arındırılan, kalanlarında toprak reformuyla ehlileştirildiği, asimile edildiği, geniş ve verimli arazileri olan, her köşesinden altın madeni ve türlü zenginlikler fışkıran, fırsatlar ve özgürlükler diyarı olan bir efsane sundular. bu amerikan rüyasının ilk haliydi, avrupadan insanlar kitleler halinde amerikaya akın etti.

sömürgeci zihniyete sahip avrupa, dolayısı ile amerikalılar, bu yeni dünyanın zenginliğinin tadını çıkarırken, angarya işleri ise kölelere yaptırmayı düşündü. çinden ve afrikadan milyonlarca köle ingiliz sömürgelerince, amerikaya köle olarak çalıştırılmak üzere götürüldü. çinlilere demir yolları ve maden işleri yaptırılırken, afrikalılarda evlerde, arazilerde köle olarak çalıştırılıyordu. kızılderililerle baş edemeyeceklerini anlayınca, türlü hilelerle onlarıda toprak reformu yaparak, asimile etme yoluna gittiler. özel kızılderili toplama kampları ve ikna süreçlerinden sonra kızılderililer zorla toprak sahibi yapılarak, göçebe kabile yaşamından, çiftliklerde tarımla uğraşarak yaşayan insanlara dönüştürüldü. zaten çok az kalan kızılderili nüfusu baskılara daha fazla dayanamadı.

afrikadan getiriler köle sayısı amerika nufusunun önemli bir bölümünü oluşturuyordu. bu günki amerikada karaderililerin nufusunun bu denli fazla olması bu sebeptendir. çinli köleler ise nispeten daha azdır. yine günümüzde özellikle san francisco da çin mahallesinde yaşayan önemli ölçüde bir çinli nufusuda vardır.

kölelik amerikada asla kaldırılmadı, sadece şekil değiştirdi. soluk benizli adam her zaman diğerlerini köle olarak çalıştırmaya devam etti.

ikinci dünya savaşından sonra ise amerika artık tüm düzenini oturtmuş, sanayide, ekonomide, üretimde ciddi bir yol katetmişti. artan sanayi faaliyetleri, daha çok iş gücü gerektiriyordu. yapılan yatırımlar, oluşturulan ekonomik pazarlar karşısında yeni taleplere ihtiyaç duyuluyordu. amerikan rüyasının daha fazla canlanması, herkesi kendine çekmesi, cezbetmesi lazımdı. gelişen teknolojiyle birlikte, amerikan rüyasını satmak için bir çok yol bulundu. bunlardan en önemlisi şüphesiz sinema idi.

amerikan rüyasını satmak için, sinemanın bir fırsat olduğunu gören devlet, bankerler, sanayiciler, yatırımcılar hepsi sinema sektörüne büyük yatırımlar yaptı. bunların çoğu yahudi bankerler ve tefeciler, yatırımcılardı. ekonomik faaliyetlerini daha geniş bir alana yayabileceklerdi sinema ile. devlet ise bundan ziyade güçlü toplumsal bir kimlik bilinç oluşturmak istiyordu. amerikan ulusu geçmişi olmayan gaspçı, katil, hırsız bir ulusken, insanların zihninde belleğinde yeni bir amerika inşa etmek için sinemayı kullandılar.

david griffit in 1915 yapımı, bir ulusun doğuşu filminde, zihinlerde amerikanın yeniden inşa edilmesinin ilk örneklerini görebilirsiniz. sinema sektörünün geliştiği ilk yıllarda, amerikan halkı nerdeyse bir sakız fiyatına sinemalara doluşturularak, amerikan yaşam biçimi, düşünce yapısıyla detaylıca tanıştırıldılar. çekilen bu filmlerle amerikan ulusuna, sentetik bir tarih ve tarih bilinci yaratıldı. toplumsal psikoloji kontrol altına alındı.

amerikan filmlerini heppiniz bilirsiniz, neredeyse her filmin açılış sahnesinde, gökdelenler, devasa yapılar, kalabalık ve düzenli, hareketli, renkli, canlı bir amerika gösterilir. evler, odalar kocamandır. arabalar kocamandır. herşey devasa ve ışıltılıdır. insanlar malikane gibi evlerde, villalarda köşklerde yada müstakil, bahçeli, havuzlu evlerde yaşarlar. apartman dairesinde yaşayan amerikalı yoktur sanki, apartman yerine gökdelenlerde yaşarlar sanki, işlerine baktığınızda hepsi yine plazalarda, gökdelenlerde önemli şirketlerde, yüksek pozisyonlarda çalışırlar. filmlerde göreceğiniz klişe bir diğer konuda aile yapısıdır. boşanmış anne babalar, evebeynlerini umursamayan çocuklar, hatta annesi babası yokmuşçasına yaşayan gençler, karısını aldatan erkekler, kocasını aldatan kadınlar, çarpık ilişkiler ve daha bir sürü şey.
amerikalı aileler her hafta sonu barbekü partileri, havuz partileri yaparlar. komşuluk ilişkileri genelde bahçeyi sularken birbirine selam vermekten öteye geçmez. amerikalılar, evlerinde barbekü, havuz partileri, noel, paskalya, sevgililer günü, cadılar bayramı bağımsızlık günü, gibi aktiviteler dışında genellikle çalışırlar. sadece baba değil, annede çalışır. içinde yaşadıkları kocaman evler, pahallı eşyalar, garajlarındaki arabalar, kıyafetleri, aksesuarları, ışıltılı lüks hayatları amerikan rüyasının her seferinde yeniden pazarlanmasıdır.

sömürgeci emperyalist gücün, dünyadaki tüm insanlara empoze etmeye çalıştığı yaşam biçimidir, amerikan rüyası.

çalışın, kazanın, harcayın, amerikan rüyasına erişin.

amerikan rüyasına erişmek, yani bize özendirilen o yatlı, katlı, pahallı, lüks hayatı elde etmek hiçte kolay değildir. amerikan rüyası, taşrada yaşanmaz, bunun için metropollerde yaşamanız gerekir. metropoller ise aynı rüyayı yaşama arzusuyla oraya gelenlerle dolup taşmıştır bile. size, amerikan rüyasını yaşatabilecek bir iş bulmak ise çok zordur. büyük şehirler sizi hemen sindirir, boş çıkan bir kaç girişiminizden sonra dizginlenirsiniz ve kendi küçük amerikan rüyanızı oluşturursunuz. bir apartman dairesi, bir araba, aylık ikibin lira maaş, sizi avutmaya yeterde artar bile.

amerikan rüyası, kapitalizmin en güçlü silahıdır. atom bombasından bile etkili olan bu silahla, dünyadaki tüm kültürler, dejenere edildi, yıkıldı ve yeniden amerikan rüyası olarak inşa edildi. kültürlerini ve dolayısıyla kimliklerini kaybeden milletler, sahip oldukları değerlere kolayca yüz çevirdi.

oluşturulmaya çalışılan, yeni dünya düzenin, tek bir kültürü var. bu gün hindistandan macaristana, taylanddan cezayire, kolombiyadan çine kadar tüm toplumlar ve milletler üzerinde hakim olan yegane kültür amerikan rüyasıdır. hamburger yiyip, kot pantolon giyen, akıllı telefonlarıyla youtubedan rihanna dinleyen, ardından facebook ve twitter hesaplarını kontrol eden, eve gidince full hd dev ekran televizyonundan macera dolu amerikan dizilerininin 9. sezonunu takip eden milyarlarca insan var bu dünyada.

kimiz biz, sadece türk, kürt, arap, rus, çinli, italyan yada başka bişey mi? hayır. heppimizin ikinci bir milli bilinci, ikinci bir kültürü, ikinci bir rüyası var. eğer bu gün dünyadaki çeşitli kültür ve milletler, öz kimliklerini ikinci plana bırakıp, hayatının merkezine amerikan rüyasını koyup ona göre yaşıyorsa, burda bir sıkıntı var demektir. bu gün kendi tarihimizden çok amerikan tarihine hakimsek, çocukluğumuz, amerikan yapımı çizgi film ve oyunlarını oynamakla geçmişse, ergenliğimiz amerikalı müzik gruplarına fandom olmakla geçmişse, gençliğimiz amerikan filmleri, dizileri izlemekle geçmişse, bir şeye ihtiyacımız olduğunda hemen avm lere koşuyorsak, acıktğımızda hamburger ve pizza ile karnımzı doyuruyorsak, kıyafetlerimizi alırken modayı sıkısıkıya takip ediyorsak, marka takıntımız varsa, üzerimizde etiketlerle dolaşıyorsak, heppimizin cebinde bir kredi kartı ve akıllı bir telefon varsa, hülasa manhattanda yoldan çevireceğiniz herhangi bir amerikalıdan hiçbir farkınız yoksa, kusura bakmayın ama siz türk, kürt, arap, italyan, çerkes, bask, hintli yada kongolu falan değilsiniz. evet belki orda doğdunuz ama siz tam bir amerikalısınız.

kendini bir millete ait hisseden, insanları millet yapan şey üzerinde yaşadıkları coğrafya değil, sahip oldukları kültürel kimliktir. olabilir, kültür zamanla zenginleşir, çeşitlenir, boyut değiştirir ama temel dinamiklerini korur. ama bir millet kendi öz kültürünü hor görüp, başka bir kültüre özenerek, kültürel anlamda kimlik değiştiriyorsa o millet ölmek üzeredir. artık o toplumda insanları bir arada tutan manevi bağlar yok olmuş ve toplumu bir arada tutan şey simbiyotik ilişkilere, yani çıkar ilişkilerine dönüşmüştür.

amerikan rüyası, insanlığın karşılaştığı en büyük afettir. bir salgın gibi yayılan bu hastalık, insanları nefsine köle etmiş, insan onurunu, iradesini, özgürlüğünü elinden almış, zihnini, emeğini fikirlerini, hayatını sömürmüş, ölmeyecekmiş gibi sahte bir hayatın peşinden koşturan, akıl tutulması yaşayan 6 milyar nüfuslu bir akıl hastanesine çevirmiştir tüm dünyayı.
neyin peşindeyiz? ne istanbulun taşı toprağı altın, ne almanyanın, ne amerikanın. insanca bir hayat yaşamak için ne kocaman malikanelere, villalara, katlara, arabalara ihtiyacımız var, nede süper hayatlara.

her insan doğar, yaşar ve bir gün ölür. dış dünyaya doğarız, evet ama bu yetermi yaşamaya? hiç denediniz mi kendi içinize doğmayı? yaşam biz dünyaya geldiğimizde başlar ama insan olmak için birde kendi içinize doğmanız gerekir. şuursuz hayvanlar gibi güdülerek yaşıyorsak eğer, bu gün insanlığımızı tartışmamız gerekir. evet nefes alıyoruz, ama insan denen varlık emin olun sadece bu değil, kendi rüyanız olmalı insan olmak için. size sunulan amerikan rüyasına kapılıp, zihninizi kapatamazsınız. kendi özgün hayalleriniz, prensipleriniz, fikirleriniz, bakış açınız yoksa siz sadece bir amerikalısınız insan değilsiniz.

birinci sınıf bir tüketicisiniz, seçim zamanı bir oy pusulasısınız, taraftarsınız, takipçisiniz, fandomsunuz, hayran kitlesisiniz, vergi mükellefisiniz, kağıtlar üzerinde rakamlarsınız, siz her hangi bir amerikalı gibi bir hiçsiniz.

emperyalizm ile, liberalizm ile sinema, tv, şarkılar yada diğer herşeyle amerikan rüyasının kucağında yaşayan biz çok kültürlü yada kayıp kültürlü, kimliksiz, gönüllü hatta istekli amerikan vatandaşları olarak, yeni bir uygarlığa evrileceğiz gelecekte. düşünün, bir yanda türlü zevklerle dolu amerikan rüyası, diğer tarafta insan olmaya çalışmak ve ölümlü olduğumuzu anlamaya çalışmak, sizce hangi yöne evriliyoruz?

Bağlan!
Gemi okyanusa açılmak üzere, acele et ve bize katıl!

Yorumlar

Henüz yorum yok